19 Mart 2016 Cumartesi

Kök hücresi kullanarak kemiklerin yeniden oluşturulması

Kemik hastalıkları her yaşta ortaya çıkabilir. Günümüz kemik ameliyatlarında ise oldukça zorlu bir yöntem uygulanıyor. Fakat eğer doktorlar her hastanın kemik dokusunun yeniden büyümesini sağlayabilirse tedavi çok daha kolaylaşacak. Avusturyalı araştırmacılar VascuBone adlı proje kapsamında kemiklerin yeniden üretilmesi konusunda çalışmalar yapıyor. Profesör Michael Rasse, ağır kazalar veya kanser sonucu zarar gören yüz kemikleri ameliyatlarının yapıldığı Innsbruck Üniversitesi Tıp Fakültesi Çene Cerrahisi Bölümü’nün başkanı. Klinikte on yıldan bu yana tümör tedavisi gören bir hastayı ziyaret ettik. Hastanın kanserli çene kemiği alınmış ve eksik kemik dokusu yerine, vücudunun çeşitli bölümlerinden alınan sağlıklı kemik parçaları konulmuş. Denis Loctier, euronews: “Hastanın kendi kemiklerini kullandığınız bu tedavi türü ideal bir çözüm sağlıyor mu?” Prof. Michael Rasse: “Hayır sağlamıyor. Zira yerine koyduğunuz kemik gelişmiyor. Kas fonksiyonunda ve hassasiyette kayıplar ortaya çıkıyor. Ayrıca cerrahi süreç oldukça uzun zaman alıyor.” Sentetik implantlar veya diğer donörlerden alınan dokular hastanın vücudu tarafından reddedilebilir. Bir Avrupa araştırma projesi olan VascuBone bu kusurların üstesinden gelebilecek bir tedavi yöntemi üzerinde çalışmalar yapıyor. Destek maddesi olarak domuz bağırsağı Almanya’nın Würzburg kentindeki Fraunhofer Dönüştürme Merkezi’nde günümüzde kullanılandan farklı bir tedavi yöntemi sunuluyor. Oliver Pullig, Biyoteknoloji Araştırmacısı: “Bizim yöntemimizin en büyük faydası vücudun kendi hücrelerini kullanmamız. Yabancı ürünlere karşı hiç bir bağışıklık reaksiyonu olmadığından vücut bunu mükemmel bir şekilde kabul ediyor.” Bilim adamları laboratuvarda uyarlanmış kemik dokularını domuz bağırsağı içinde büyütmeye çalışıyor. Bağırsak önce içeriğindeki tüm domuz hücrelerinin çıkarıldığı bir işlemden geçiriliyor. Bağırsağın kan damarları dikkatlice korunuyor. Daha sonra ise temizlenen kollajen yapı, kemiğe dönüştürme maddeleri ve hastanın kök hücreleri ile dolduruluyor. Christoph Rücker, Tabi Bilimler Uzmanı: “Domuz bağırsağı çeşitli nedenlerden dolayı doğru bir maddedir. Birincisi, hücresizleştirme süreci kusursuzca tesis edilebiliyor. İkinci neden ise bir kaç santimetre aralığında implantlar üretmek istediğimiz için bunlar tam istediğimiz boyutta. Granüller, kemik yapısıyla aynı olan beta üçkalsiyum fosfat maddesinden oluşuyor. Kök hücre ile tohumlanan kemiğin yerine geçecek bu maddeyi hastanın kemik iliğinden elde ediyoruz.” Nakil maddesi kemik büyümesi için gerekli koşulların sağlandığı kuluçka makinesinde son halini alıyor. Araştırmacılar, farklı yaşlarda ortaya çıkan çeşitli kemik hastalıklarını bu yöntemle tedavi etmek için gerekli araç ve gereçleri geliştirmiş durumda. Christoph Rücker: “Klinik öncesi çalışmalarımızı tamamladık. Yıl sonu itibariyle de klinik denemelerine başarılı bir şekilde başlamayı umuyoruz. Her şey yolunda giderse, gelecekte bu tedavi yöntemi rahatlıkla kullanılabilir.” 3D yazıcılardan çıkmış doğal kemikler Daha da ileriye gittiğimizde, DiaCoating adlı bir şirket 3 boyutlu yazıcılarla kemik implantları üretmek için yoğun araştırmalar yapıyor. Doris Steinmüller-Nethl, Fizikçi: “Cerrahlar gelecekte kliniklerde, hastanın emarı çekildikten hemen sonra ihtiyaç duyulan implantları üretmek için 3D yazıcıları kullanacak. Bu sayede her hastaya, vücut organizmasına uygun kendi kişisel implantı takılmış olacak.” Araştırmacılar, istenilen boyut ve şekilde biyo uyumlu, kemik yerine geçecek maddeleri üretmek için elmas nano parçacıkları ile seramik ve polimeri birleştirme üzerinde çalışmalarına aralıksız devam ediyor.

18 Mart 2016 Cuma

Küresel Tohum Sığınağı kapılarını açtı

Burası Norveç‘in Kuzey Kutbu’nda bulunan Svalbard Takımadaları. Burası çok büyük bir kıyamet senaryosu için tasarlandı. Svalbart Küresel Tohum Sığınağı. Diğer adıyla Kıyamet Sığınağı. Dünya’nın herhangi bir olası felaket senaryosu için kurulan ilk önlem merkezi. Dağın 130 metre içerisine inşa edilerek donmuş toprakla kaplandı. Güç kesilse bile tohumlar 200 sene boyunca donmuş halde kalabilir. Sığınak, 2008’de faaliyete geçti ve o günden beri tüm dünyadan 4.000 farklı bitki çeşidine ait yaklaşık 860 bin örnek teslim aldı. Ve sığınak şimdiden hizmet vermeye başladı. 2015’in sonunda bir Suriyeli araştırmacı, savaşta zarar gören tohum bankasını onarmak için sığınağa daha önce teslim ettiği örnekleri geri aldı. Bu, Arktik bankasından ilk tohum alımıydı. Binlerce tohum, büyük bir gizlilikle ve güvenli bir şekilde Fas’tan, Lübnan’dan buraya taşınıyor. Burada hiçbir ülke dışarıda tutulmuyor, uluslararası gerilime rağmen Kuzey Kore’nin bile teslimatı var: “Açıkçası, Kuzey Koreliler bu tohum teslim işine fazla dikkat ediyorlar ama bu aynı zamanda tohum sığınağının gerçek küresel doğasını da gösteriyor. Sığınağa geldiğinizde politikanın bir önemi kalmaz, burada önemli olan tohumların güvenliğidir.” Sığınak, Norveç hükumeti ve Crop Trust kuruluşu tarafından finanse ediliyor. Ve bir yılda sadece 3 ya da 4 kez tohum alımı için kapılarını açıyor. Yakın zamanda Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’nden yeni tohumlar geldi. Özel kodlarla kilitli 5 kapı var ve tohum kasalarına ulaşmak isteyen herkes bu kapılardan geçmek zorunda: “Birileri bir şeyleri kırmaya kalkarsa ya da zarar verirse diye alarm sistemimiz var. Fakat şimdiye kadar hiç böyle bir şey olmadı. Herhangi birinin tohum sığınağına zarar vermek isteyeceğini sanmıyorum. Burada bu tür suçlar olmaz.” Yetkililer, dünya bitkisel gıda mirasının korunması ve tarıma henüz açılmamış bölgelere tohum sağlama açısından, yakın zamanda Suriye’ye geri verdikleri tohumları projenin başarısının bir işareti olarak görüyor. Sığınakta hala yeni tohumlar için yeterince alan var. Üç ana odada 4.5 milyon örneğe ait 2 milyardan fazla tohum saklamak mümkün.

16 Mart 2016 Çarşamba

360 TB veriyi sonsuza kadar saklayabilen optik disk geliştirildi

Birşeyleri süresiz olarak yedeklemek istediniz mi? O halde lazer ışığı kullanarak 360 terabaytlık bilgiyi nano-kuvarsa 14 milyar yıla kadar saklama tekniği ile ilginizi çekebilir. Southampton Üniversitesi’ndeki araştırmacıların geliştirdiği yönteme göre, kuvarsın 3 boyutlu yapısına nano-boyutta veri yazmak için femtosaniyelik lazer atımları kullanılıyor. Atımlar nano-yapılı üç nokta içeren tabakalar oluşturuyor, bunların her biri diğerinden beş mikron kadar uzakta. Yapıdaki değişiklikler başka bir ışık atımı ile örneğin etkileşimi sayesinde öğrenilebiliyor (okunabiliyor) ve dalgaların yerleşimi (polarizasyon) ışın geçtikten sonra kaydediliyor. Araştırma ekibi bazı anıt eserleri küçük cam disklere kaydetmiş bile – örnekler arasında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Newton’un Opticks isimli eseri, Magna Carta ve Kral James’in İncili de yer almakta. Bu disklerin üzerindeki verilerin yoğunluğu, 360 terabaytlık bir verinin tek bir parça kuvars üstüne kaydedilebileceğini gösteriyor. Ekip ayrıca verinin son derece yüksek bir kararlılığa sahip olduğunu söylüyor. Yaklaşık 180 °C sıcaklığa kadar 13,8 milyar yıllık bir dayanma ömrü biçiliyor. Verileri bu yolla arşivleme fikri bir süredir ortada dolaşıyordu, ancak şimdiye kadar veri saklamanın yoğunluğu alçakgönüllü rakamlarla ifade ediliyordu. 2012’de benzer bir teknikle bir müzik CD’sindeki veri yoğunluğuna yakın olarak, inç kareye 40 megabaytlık veri kaydedilmişti. Yeni gelişme, daimi olarak büyük miktarda verinin kaydedilmesi için özgün bir yol sunmuş oldu. Kaynak: gizmodo.com

İnsanlar eskisine göre artık daha uzun yaşıyorlar

İnsan ömrü, hepimizin bildiği gibi tek ve eşsiz. Herkesin kendi dünyası bir yandan başka dünyalar ve koşullar var. Coğrafya dersi ile başka ülkelerin varlığına oradan farklı fiziksel özelliklerde insanların varlığından haberdar olduk. Bir süre sonra boy, göz rengi, vücut yapısı gibi fiziksel özellikler çeşitliliği ve bunun insanlık açısından değerlendirilmesi yapıldığından, bazı bölgelerin diğer bölgelere göre daha uzun ömürlü olduğu saptanmış ve bunu genele yaymanın mümkün olup olmadığıyla ilgili araştırmalar yapılmıştır. Sonuçta insan ömrü istisnasız biricik ve kıymetli bir şeydir. Bilim adamları da bir çok farklı faktörü değerlendirip beslenme, psikoloji, geleceğe ait planlar ya da ekonomik koşullar gibi iyileştirici etkilerinin yanında zekanın da önemli bir fark yarattığını, yüksek zekalı insanların benzer faktörlere sahip insanlara göre daha sağlıklı olduklarını ve daha çok yaşadıklarını saptamışlardır. Günümüzde de bilindiği üzere insanlar eskisine göre artık daha uzun yaşamaktadırlar. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2015 raporuna göre, en uzun yaşayan Japonların, tahmini ortalama yaşam süresi 84 iken, Amerikalılar da 77 yaşına kadardır. Aynı zamanda, bazı insanların diğerlerine göre daha fazla yaşadıkları da açık bir gerçektir. Ölümde de hayatın birçok kısmında olduğu gibi eşitsizlik vardır. Bu eşitsizliği ne açıklayabilir? Epidemiyolojik araştırmalar da sezgilerin dediğini onaylar niteliktedir: Yaşam tarzı önemlidir. 5 yıldan uzun süren ve 8.000’den fazla kişinin takip edildiği 2012 yılında yapılan bir çalışma Preventive Medicine’da yayınlandı. Herhangi bir sebepten görülen ölüm riski, sigara içmeyenlerde %56, egzersiz yapanlarda %47 ve sağlıklı diyet uygulayanlarda %26 oranında az bulunmaktadır. İtalyan araştırmacılar, 100 yaşına kadar yaşayanların sayısının bir hayli fazla olduğu, Sicilya’nın Monti Sicani böglesinde yaşayanların yeme alışkanlıklarını analiz ettiklerinde; fiziksel olarak aktif ve akrabalarıyla yakın ilişkileri olan ankete katılımcılarının asırlık geleneksel Akdeniz diyetini de uyguladıkları saptanmıştır. Daha şaşırtıcı olan bir keşif de ölüm oranı ile zekâ arasında güçlü bir ilişki olduğudur: yüksek zekâdan kasıt; ortalamada, daha uzun yaşam süresi. Bu ilişki Ian Deary ve Edinburg üniversitesindeki arkadaşları tarafından İskoçya’da yapışan akıl anketlerindeki veriler kullanılarak detaylı bir şekilde belgelenmiştir. 1932 yılında, İskoçya hükümeti tarafından bir gün boyunca neredeyse 11 yaşındaki tüm çocuklara zeka testi uygulanmıştır. Altmış yıl sonra, Aberdeen, Deary şehirlerine odaklanarak ve meslektaşı Lawrance Whalley’nın aynı yaş grubundan 76 yaşında ve hayatta olanları belirlemek için bir inceleme başlattı. Sonuçlar çarpıcıydı: 15 puanlık IQ avantajının %21 oranında daha çok hayatta kalmaya dönüşmüştü. Örneğin, IQ’sü 115 olan birinin, IQ’sü 100 olan birine göre 76 yaşında hayatta olma ihtimali %21 daha fazladır ( genel nüfus için ortalama alındığında). Yapılan araştırmalar da bu bulgunun halk sağlığında da kullanılacağı yönünde. Hastalıklarda aile geçmişinin dikkate alındığı gibi zekanın da dikkate alınması, sağlık problemlerinin en başından saptanması ve erken ölümlerin önüne geçilmesinde kullanılabilir. Aynı zamanda, zeka testinin kullanım fikri bazı etik soruları da doğurmuştur. Zeka araştırmacılarının vurguladığı, zekanın tek bir şeyi değil bir çok şeyi yansıttığı yönündedir. Bu sadece –prefrontal korteks gibi beyin bölgeleri- için düşündüğünüz gibi doğuştan gelen bir zekayı içermemektedir. Örneğin, zeka testini başarı ile tamamlayacağına inananların, cinsiyet veya kökenlerine de bağlı olarak, yüksek sonuca ulaştığına dair bulgular vardır. Aynı zamanda IQ, kader değil sonucu etkileyen birçok faktörden biridir. Karakter, kişinin ilgisi ve motivasyon gibi şeyler de önemlidir. Sonuçta, bilişsel epidemiyolojik kanıtlardan yararlanmak için, toplumlar, yüksek maliyetli sağlık giderlerine karşılık zeka faktörünün getirisini tercih edeceklerdir. Eğer, bu gerçekleşirse, zeka test uygulaması bir gün sağlık eşitsizliklerini azaltmak ve insanlara her zamankinden daha uzun bir hayat yaşamasını sağlamada kullanılabilir. Referans: scientificamerican.com